“Hiçbir ayna, tekrar demir olmadı. Hiçbir ekmek dönüp de yeniden buğday olmadı. Hiçbir üzüm tekrar koruk hâline dönmedi.
Piş ve olgunlaş, yani iyice yan ki, bozulmaktan kurtul!”

28 Nisan 2011 Perşembe

aşkına meftun olarak...

bir ateş seli gibi akarak geldi
ateş_i aşk ile yakarak kaldı
sonunda firakının vedasıyla
yanık gönüllere acılar saldı
.....................
telvin ehliyim ben baharım var yazım var
firakım vaktinde niyazım var ahım var
yanan gönlümde gözü yaşlı sultanım var
AH OSMAN HOCAM sana layık olamadık
ille O!

ethem hocam tercüman oldu hislerime,Ankara bir başkaydı dün,
herşey başkaydı güzeldi kolaymı bir ALLAH(cc)dostunu misafir etmek..

mahcup,harap,utanç içinde ama hasretle özlemle oturdum mescide.neçok özlediğimi,kızım hitabına muhtaçlığımı yolunu beklerken birkez daha anladım.nekadar uzaklaştığımı,nasıl ayrı düştüğümü ama özlem sildi hepsini heyecanla gözüm kapıda gelişini beklerken yanıma çağırdım tüm özleyenleri,
songül,nagehan,ayşe,latife,rabia ve diğerleri ablam karşımda...
içerde olmanın buruk sevinci,dışardekilerin hasretle yanan gönülleri!!
hasretim daha da arttı beklerken,tabii utancımda önce sesi geldi uzaklardan,tatlı yumuşak sesi sonra sükunet buldu içim babalar kızlarını hep affeder,düşünce kaldırır,yardım eder doğru yolu gösterir...
mütebessim bir çehreyle girdi içeri,bizleri görünce ordu gibi maşallah dedi aslında çok kişi yoktu mescidde ama herkes benim gibi çok kalabalıktı herhalde.güleryüzlü çehresi,tatlı,mutlu hali umut oldu içime ...
Bezm-i Alem Valide Sultan'la başladı konuşmaya;dünya bir fasıldı geldi geçti,valide sultan kuyumcu dükkanı gibi gezmedi ortalarda,vakıflar kurdu,takılara yatırsaydı parasını şimdi kimbilir kimlerin elinde oyuncak olacaktı o takılar ama sadaka_i cariyeleri halen devam ediyor.
avrupa'dan gelmişler Ankara'ya,oraların içler acısı hali üzmüş hocamızı,dinsizlik iyice artmış hele hollanda,kilise de artık elinde tutabilmek için tavizlerini iyice artırmış.tıpkı 1400 sene evvelki cahiliye dönemi gibi.medeniyet vahşeti temsil ediyor,makine ilerlemesi insan ruhunu tahrip ediyor.petrol için savaşlar,afrikayı sömürmek,yağmalamak..seküler dünya maneviyattan uzaklaşıyor iyice.
tv güç gösterisi,taklite meylettiriyor.moda senin içini boşaltıyor,uzaktan kumandayla yönetiyor seni,reklamlar...herşey çığrından çıkmış gibi,kıyametin ayak sesleri..gayret zamanları....
dünya bir devremülk,gençlik ilkbahar.ilkbaharda atılan tohum bereketlidir ama çöle ekerseniz bir kıymeti yok,bereketli topraklara tohumlar ekmeliyiz.çıkan filizlere iyi bakmalıyız.
tüm kirlenmelere rağmen güzel gelişmelerde dünyanın türlü yerlerinde devam ediyor.EFENDİMİZ(sav)tüm herkesten sorumlu hissederdi kendini,halifeleri de yolunu takip etmişlerdi.hz.ebubekir(ra)halife olunca bana artık rahat yok demiş,hz.ömer(ra)diclede bir koyunu kurt kapsa hesabı ömer(ra)den sorulur demiş,sahabe de kendini herkesten sorumlu hissetmiş 100000 kadar sahabeden sadece 20000 kadarı mekke-medine de vefat etmiş,diğerleri dünyaya irşad için yayılmış.sorumlu hissedeceğiz,iman bedelini hizmetle ödeyeceğiz.siyer önemli dersdir,yakınlaşmadan anlatılmaz,havada kalır.hayatımızda tatbikle müşahhaslaştırmalıyız.peygamberler tarihi de öyle,hz.ibrahim(as)2.büyük peygamber,malıyla,canıyla,evladıyla imtihan oldu,putperest bir kavimde gönlündeki 3 büyük put yıkıldı.ad-semud kavmi,ad kavmi helak olunca semudlular biz daha sağlam yaparız evleri dediler büyüklendiler,ama onlar da helak oldular.japonlar depreme dayanıklı evler yaptılar ama tusunamiyle yerle okyanus birbirine girdi,medeniyetleri çöktü.peygamberlerin kavimlerinin helak sebeblerinin hepsi yaşanıyor ama Muhammed(sav)ümmeti hürmetine azap kamçısı inmiyor.
KALB_İ SELİM,erersek herşey kolaylaşır.
efendimiz(sav)zamanında müslüman bir köle varmış,kendisini alan efendisinden tek bir ricası varmış,vakit namazlarını ravzada kılmak.namazlarını hep RESULALLAH(sav)'ın arkasında kılmış,bir vakit gelmeyince farketmiş Efendimiz(sav)hasta olduğunu öğrenince ashabıyla ziyaretine gitmiş,vefat edince cenazesinde bulunmuş.kölenin niye bu kadar kıymetli olduğu merak edilince 'sizin en keremliniz takva sahibi olanınızdır'ayeti inmiş.kişi sevdiğiyle beraberdir.
ibadetlere ihlasla devam edeceğiz.RESULALLAH(sav)'in namazlarına bakılınca sanki hep namaz kılıyormuş gibi,hizmetine bakılınca hep hizmet ediyor gibi görülür.ibadetlere ruhumuzun ihtiyacı var,eğer ruhumuzu doyurmazsak nefsani arzular ruhumuza tecavüz eder.her ibadet ayrı vitamin.
din illa illah takvayla öğretilir.insandan enerji çıkar.öyle bir hayat yaşayacağız ki son nefesimiz mamur olacak.dini yaşamanın lezzeti hiçbirşeyde yok,acıksak anca 3 tabak yemek yiyebiliriz ama manevi lezzetlere doyulmaz.RESULALLAH(sav)her tecelli karşısında bir önce ki haline tevbe ederdi.dünyaya insan ve müslüman olarak geldik.el-hadi sıfatı tecelli etti.imanımızın sonsuz lezzetinin bedeli RABBE ödenecek,takvayla ödeyeceğiz.sahabe takva halinde yaşadı.
kul olmak için geldik dünyaya,tatil yok,tatil ataletten gelir.tatil kabirde,bol bol dinleneceğiz orda ta ki kıyamete kadar.
her an duygulanıp AMAN YA RABBİ diyebilmeliyiz.
hocanın sanatı talebeden gözükür,insan yetiştirme sanatı.şahsiyetiniz tasdik edilmeli,RESULALLAH(sav)dini tebliğ etmeden önce mekkelilere
el-emin sıfatını tasdik ettirdi.
RESULALLAH(sav) ençok ashab-ı suffayı severdi.muaz(ra)yemene giderken yanında yürümüş ona nasihat etmişti.üsame(ra)genç yaşta kumandan tayin etmişti.istidatlı talebenin üzerinde daha çok durulmalı.
problemini çözdüğünüz talebe sizindir.
efendimiz(sav)'in yakınındakiler muttakilerdi.
ALLAH(cc)niyetlerinizi tecelli ettirir.niyete göre feyiz ihsan olur.
çok çamurlu,kirli bir dünyada yaşıyoruz,yiyeceklere de dikkat etmeliyiz,dışardan almamaya çalışmalı,göz hakkı var,gafletle yapılması var,ibadetler etkilenir.gönlü seherlerde doldurmalıyız,
boş bardak bir işe yaramaz.
bizdeki ilimler deryadaki damlacıklar gibi.
önümüzde zor günler var,musalla,kabir,kıyamet dua edelim.kalbimizi rafine edilmiş bir kalp haline getirmeye çalışalım.hizmetlerimizin kıymetini bilelim,kıymeti bilinmezse elimizden alınır.......

dersten alabildiğim notlar böyle,RABBİM istifade ettirsin,
yaşatsın inşaallah yoksa gör dinle boş bomboş....
yine özlem yine hasret yanındayken bile...

21 Nisan 2011 Perşembe

medine'nin gülü

Medine'nin Gülü

Andım yine Sen’i her şey yâdımdan silindi,
Hayâlin gönlümün tepelerinde gezindi;
Bu bir serâp olsa da hafakanlarım dindi..
Andım yine Sen’i her şey yâdımdan silindi.
Keşke hep aşkınla oturup aşkınla kalksam,
Rûhlar gibi yükselip de ufkunda dolaşsam;
Bir yolunu bulup gönlünden içeri aksam..
Keşke hep aşkınla oturup aşkınla kalksam.
Bir bilsem, vuslata ne zaman ferman gelecek?.
Yoksa bu yanan gönlüm durmadan inleyecek;
İnleyip en taze hislerle hep bekleyecek..
Bir bilsem, vuslata ne zaman ferman gelecek?.
Kalbim bir güvercin gibi titrerken adından,
Ne olur Sana ulaşmam için kanadından;
Bana bir tüy ver, pervaz edeyim hep ardından..
Kalbim bir güvercin gibi titrerken adından.
Ey kupkuru çölleri Cennet’e çeviren Gül;
Gel o bayıltan renklerinle gönlüme dökül!
Vaktidir, ağlayan gözlerimin içine gül!.
Ey kupkuru çölleri Cennet’e çeviren Gül!
Mecnûn gibi arkanda koşan kulun olayım,
Bir kor saç içime ocaklar gibi yanayım;
Sen’siz geçen bu acı rüyâdan kurtulayım..
Mecnûn gibi arkanda koşan kulun olayım..
Aklım uzakta kaldığı günleri saymakta,
Rûhuma sisli-dumanlı bir kasvet yaymakta;
Göster çehreni ki, güneş gurûba kaymakta..
Aklım uzakta kaldığı günleri saymakta...
Son demde hiç olmazsa gurûbum tulû olsun,
Gönlüm ufkunun en taze renkleriyle dolsun;
Her yanda tamburlar çalınsın; neyler duyulsun..
Ne olur, hiç olmazsa gurûbum tulû olsun..!
Andım yine Sen’i her şey yâdımdan silindi,
Hayâlin gönlümün tepelerinde gezindi;
Bu bir serâp olsa da hafakanlarım dindi..
Andım yine Sen’i her şey yâdımdan silindi.
Keşke hep aşkınla oturup aşkınla kalksam,
Rûhlar gibi yükselip de ufkunda dolaşsam;
Bir yolunu bulup gönlünden içeri aksam..
Keşke hep aşkınla oturup aşkınla kalksam.
Bir bilsem, vuslata ne zaman ferman gelecek?.
Yoksa bu yanan gönlüm durmadan inleyecek;
İnleyip en taze hislerle hep bekleyecek..
Bir bilsem, vuslata ne zaman ferman gelecek?.
Kalbim bir güvercin gibi titrerken adından,
Ne olur Sana ulaşmam için kanadından;
Bana bir tüy ver, pervaz edeyim hep ardından..
Kalbim bir güvercin gibi titrerken adından.
Ey kupkuru çölleri Cennet’e çeviren Gül;
Gel o bayıltan renklerinle gönlüme dökül!
Vaktidir, ağlayan gözlerimin içine gül!.
Ey kupkuru çölleri Cennet’e çeviren Gül!
Mecnûn gibi arkanda koşan kulun olayım,
Bir kor saç içime ocaklar gibi yanayım;
Sen’siz geçen bu acı rüyâdan kurtulayım..
Mecnûn gibi arkanda koşan kulun olayım..
Aklım uzakta kaldığı günleri saymakta,
Rûhuma sisli-dumanlı bir kasvet yaymakta;
Göster çehreni ki, güneş gurûba kaymakta..
Aklım uzakta kaldığı günleri saymakta...
Son demde hiç olmazsa gurûbum tulû olsun,
Gönlüm ufkunun en taze renkleriyle dolsun;
Her yanda tamburlar çalınsın; neyler duyulsun..
Ne olur, hiç olmazsa gurûbum tulû olsun..!

M.Fethullah Gülen

18 Nisan 2011 Pazartesi

şah ve sultan..

Şah İsmail ve Yavuz Sultan Selim
Şah ve Sultan…
Alevilik-Sünnilik, Türk’le Türk, Müslüman’la Müslüman,
iktidar çatışmaları,ümmetin ayrı gayrılığa düşmesi…
Çaldıran,kardeş kanı. kadın,Aşk,dostluk,şiir,sevgi..
gerçeklerle harman masallar....
yoğun bir konu ama aşkın ve masalın arasına sıkışmış gibi,
tarihten ziyade aşk arasında dönüyor..dört erkek ve
bir kadın arasında dönen ve kavuşulamayan bir aşk hikayesi.

“Ben pâdişâh olursam, İslâm birliği yolunda ciddiyetle yürüyeceğim; hattâ Mevlâ ruhsat verirse, Hind ve Tûran’a gideceğim ve doğuda da batıda da i’lâ-yı kelimetullâha çalışacağım. Zâlimlere, evlâdım olsa dahî merhamet etmeyeceğim. Zamanımda rahatlık olmayacak, ahâlîye tasallut edilmeyecektir. İşte benim hâlim!.. Biraderim ise, rahatı sever ve yumuşak bir tabîatı vardır. Eğer seferden korkmaz ve çileye tâlib olursanız, bana bey’at ediniz! Aksi halde sultanlık için kardeşim Şehzâde Ahmed’i tercîh ediniz ki, onun zamanında rahat ve safânızla meşgul olursunuz!..”
şehzâdeliğinden beri kefenini boynunda gezdiren bir cengâver Yavuz,
Şehzâde Ahmed ve Şehzâde Korkut’u bertaraf ederek 1512’de Osmanlı Sultanı oldu.İbn-i Kemâl Paşa’nın fetvâsı ile İran’a sefer kararı aldı
Şâh İsmâili, yiğitlik muktezâsı olarak er meydanına dâvet etti.O ise, dâimâ kaçtı.Safevî topraklarına girildi. Şâh İsmâil, devamlı geriye doğru kaçıyordu.
“Şâh İsmâil kaçtı. Bu bile zaferdir. Artık geriye dönelim..” deyip, isyân çıkarmaya başladı.
«Henüz hedefe varılmadığını, seferden aslâ dönülmeyeceğini, cihâd için yapılan bu seferden, ancak kadınlarını düşünenlerin dönebileceğini, yiğit olanın ardınca gelmesini isteyip, tek başına dahî olsa savaşacağını…» gür sesi ile ifâde ederek:
“–İsteyenler, karılarının yanına dönüp entarilerini giyebilirler! Ben düşmana karşı tek başıma da gidebilirim!.” dedi ve atını mahmuzladı
YAVUZ SULTAN
Bu selimi kuluna cevri revan eylediğin
Bunca sıdkın reh-i aşkında yalan eylediğin
Yüzünü gösterüben yine nihan eylediğin
Neyiki ,şive mi, cevr mi, naz mı ki ?
............
Şâh İsmâil perîşân bir şekilde mağlûb oldu çaldıranda. Karısını ve tahtını harp meydanında bırakarak kaçtı.taçlı hatun kavuşulamayan leyla..
Çaldıran'dan önce, şiirlerini Hıtayi (Hıtay'a ait, Hıtay'lı) mahlasıyla yazan Şah İsmail,savaşı kaybettikten sonra şiirlerini Hatai (Hata yapmış, Hatalı) olarak yazmaya başlar,leylayı düşmana teslim eden
İSMAİL ŞAH
Bölük bölük olmuş huri kızları
Hiçbirisi Taçlı Han’a benzemez
Gönlümün sevdiği yektir dünyede
Hiçbirisi Taçlı Han’a benzemez
......
sevgiyle büyüyüp,sevgiyi anlamaya çalışan,Şah’ın yeğeni olduğunu
bilmeden yaşayıp,onun soyu olmasın diye Şah İsmail tarafından
küçük yaşta hadım edilen,ve sevgilinin yanıbaşında sevip sevilip dokunamamın hasretini çeken,
KAMBER..
........
Aşka inanmayan aşk’ın zarardan başka bir şey olmadığını söyleyen devlet yöneticisi,görünüş olarak çok çirkin ve yaşının hayli büyük olması nedeniyle Taçlıyla yüzyüze gelmeyi istemeyen fakat Taçlının
güzelliğinden nasibini alan ve ona en içli bir yakarışla şiirler yazan
CAFER ÇELEBİ..
Sanmanız kim terk-i can etmek bana asan değil
Hiç anınçün gam yiyem mi can durur canan değil
Katı düşvar oldu halim bilmezem kim neyleyem
Görmemek müşkil seni görmek dahi asan değil
...........
4 erkek arasında gidip gelen,küçük yaştan itibaren Ömer adında Sünni
bir çocuğu seven ailesi koyu bir Kızılbaş olması nedeniyle kıble-i âlem dedikleri Kızılbaşları bir arada toplamayı kendine görev edinen
şeyhlikten şahlığa geçen Şah İsmail’e sunulan,Şah'ı koca olarak
sevmese de onu sadece kıble-i Âlem, bir şeyh olarak seven,savaş
meydanında bırakılan,Yavuz Sultan Selimin himayesi altına alınan,
cafer çelebiye verilen ama hiçbirine madden kavuşamayan
erkekleri mecnun edip,kendi ulaşılmaz leyla olan
TAÇLI HATUN...
Aşık oldu.
Aşık öldü.
Maşuk verdi.
Maşuk aldı.
Hüvel baki....huuu..

..........................
aşkla beraber dostluk,kardeşlik,sevgi;
bilge sevgi öğreticisi babaydar ve
Aka Hasan ile Hüseyin ikiz kardeşler,birisi Şah’ın (Aka hasan)
diğeri Sultanın (Hüseyin )sağ kolları birbirlerinden habersiz
birbirlerine rakip,ama ikiside bir..
Şah ve Sultan tarihi romanın ötesinde bir aşk romanı gibi.eskilerin aşklarının romanı aşık,maşuk,gurur,yemin,sadakat,şiir ve kavuşamamak..
malesef ki artık,tarihi romanlardan okuduğu gibi zanneden bir gençliğimiz var.'aşk' romanını okuyup ordaki herşeyi gerçek sanan,romanlardaki tarihi gerçekliğini araştırmadan bilmişcesine başkalarına anlatan bir gençlik.
bu yön düşünülünce sığ kalan tarafları var kitabın o yüzden şiddetle tavsiye edilir diyemiyorum,vaktiniz varsa okuyun diyorum..
ben daha yoğun bişeyler bekliyordum galiba kitaba ve
iskender pala'ya dair..

selimi'den..
Kimse sensiz bulamaz Hakk’a vüsûl
Feyz-i lutfunla olur merd-i kabûl
«Rahmeten li’l-âlemîn»sin yâ Rasûl
El-meded ey ma’den-i nûr-i Hudâ
Ey kerem kânı Rasûl-i Kibriyâ
Kemterindir bu Selîm-i pür-hatâ
Dergehinden ilticâ eyler atâ
El-meded vey ma’den-i nûr-i Hudâ
---------------------------
pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş;
Bir velîye bende olmak cümleden a’lâ imiş!..

15 Nisan 2011 Cuma

mevlanam cehennemi hatırlattı....

Put bir testide gizli kara sudur.
Nefsi, muhakkak olarak o kara suyun pınarı bil.
O yontulmuş put, kara sel gibidir.
Put yapan nefis, anayolda bir pınardır.
Bir taş parçası yüz testiyi kırar ama pınar suyu durmadan kaynar.
Put kırmak kolay, gayet kolaydır. Fakat nefsi kolay görmek cahilliktir.
Ey oğul, nefsin misal ve sûretini istersen yedi kapılı cehennemin kıssasını oku!
Nefsin her anda hilesi var, her hilesinde yüzlerce Firavun,
Firavun’a uyanlarla boğulmuş!
Mûsâ’nın Tanrısına ve Mûsâ’ya kaç;
Firavun’luk ederek îman suyunu dökme!
Ahad ve Ahmed’e yapış, ey kardeş, ten Ebucehl’inden kurtul!

7 cehennem...
1- Cehennem: "Derin kuyu" demektir. Cehennem tabakalarına ait yedili tasnif sisteminde azabı en hafif olan en üst tabakadır. Sünnî âlimlere göre burası günahkâr mü'minlerin azap yeri olacak, bunların azabı sona erdikten sonra boş kalacaktır. Bu durumda cehennem, genel olarak ahiretteki azap yerinin bütününün; özel olarak da en üst tabakasının adı olmaktadır. Kur'an-ı Kerim'de 77 ayette geçmektedir.
2- Lâzâ (alevli ateş): "Hâlis ateş" anlamına gelen kelime Kur'an'da bir yerde geçmekte ve "bedenin iç organlarını söküp koparan" diye nitelendirilmektedir.[1]
"Hayır ( onu azabdan kurtarmaz) Çünkü o Cehennem alevli bir ateştir."
(el-Meâric: 70/15)
3- Saîr (çılgın ateş): "Tutuşturmak, alevlendirmek" anlamındaki sa'r kökünden sıfat olup, Kur'an'da 17 ayette yer alır.
Kur'an'da çoğunlukla cehennemin bir adı olarak, bazen de "tutuşturulmuş, alevli ateş" manasında kullanılmıştır.
"O şeytanlara (ahirette) çılgın ateş azabı hazırladık."
(el-Mülk: 67/5)
Ayrıca on beş ayette daha bu isimle geçmektedir.[2]
4- Sakar (kırmızı ateş): "Şiddetli bir ısı ile yakıp kavurmak"
anlamındaki sakr kökünden isimdir. Dört ayette cehennem kelimesi yerine kullanılmış, bunlardan Müddessir: 74/28-29. ayetlerde "yaktığı şeyi tüketircesine tahrip etmekle birlikte sönmeyip yakmaya devam eden ve insanın derisini kavuran" şeklinde nitelendirilmiştir.
"Hem ey Rasûlüm bilir misin, nedir o sakar (Cehennem)."
(el-Müddessir: 14/27)
5- Hâviye (uçurum): "Yukarıdan aşağıya düşmek" anlamındaki hüviy
kökünden isim olan hâviye, "uçurum, derin çukur" manasına gelir.
Kur'an'da sadece bir yerde[3] zikredilmiş ve ayetin devamında
harareti yüksek ateş diye izah edilmiştir.
"O, kızgın bir ateştir." (el-Kâria: 101/9-11)
6- Hutame (kalbleri saran ateşli kaygı): "Kırmak, ufalayıp tahrip etmek" anlamındaki hatm kökünden olup, "'ın yüreklere kadar tırmanan tutuşturulmuş ateşi" diye açıklanmıştır.[4]
"Şüphesiz o, Hutame’ye (ateşe) atılacaktır." (Hümeze: 104/4)
7- Cahim (yanan kızgın ateş): "Kat kat yanan, alevi ve ısı derecesi
yüksek ateş" anlamında olup 26 ayette ve bazı hadislerde geçer.
Kur'an'da daha çok cehennem yerine, birkaç ayette de "tutuşturulan
yakıcı ateş" anlamında kullanılmıştır.
"Küfredenler ve ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar
Cahim'in yarânıdırlar." (el-Mâide: 5/10)[5]
Kur'an'da cehennem için kullanılan başka kelime ve
terkipler de mevcuttur.
Azabu’l-Harik: Beş ayette "azâbü'l-harîk" (yakıcı, ateş, yangın azabı) cehennem için kullanılır.
Hamim: 12 Ayette geçen "hamîm" (kaynar su) cehennemdeki azap türlerinden biri olmak üzere, bunun, cehennemliklere içirileceği ve başlarından aşağı döküleceği beyan edilir.
Semûm: Temas ettiği şeyi zehir gibi etkileyip dokularına işleyen sıcak rüzgâr anlamındadır. Cehennem azabının türlerinden olmak üzere iki ayette geçer.
Siccin: Hapishane, derin çukur anlamındaki "Siccîn" kelimesinin cehennemin veya oradaki vadilerden birinin adı olduğu kabul edilir.
Gayy, Veyl: Azıp sapmak anlamındaki "ğayy" kelimesi ile, yazıklar olsun, vay haline! anlamındaki "veyl" kelimesinin cehennemdeki bir kuyu, dağ veya vadinin adı olduğu da belirtilir.
İslam âlimleri, cehennemin yedi kapılı (yedi tabaka) oluşu üzerinde durmuşlardır. Ebussuud'a göre kapıların daha az veya daha çok değil de yedi oluşu, oraya girmeye sebep olan vasıtaların, yani beş duyu organıyla, şehvet ve gazap temayüllerinin toplam aynı sayıda olmasıyla ilgilidir. Elmalılı ise şöyle bir yorum yapmaktadır: İnsanın mükellefiyet organları beş duyu ile birlikte kalp ve tenasül uzvudur. Manevî anlamdaki kalp kapısı açık olursa kişi doğru yoldan yürüyerek cennete girer, aksi takdirde yedi organ, mükellefi yedi çeşit azaba sürükler. Nitekim cennet ehlinden söz eden ayetlerde onların kalplerinde kin ve kötülüğün bulunmadığı ifade edilir.[6]
Hâviye, uçurum, derin çukur demektir. Hâviye adlı cehennemin derinliğini düşün! Dünyadaki şehvetlerin, nefsânî isteklerin derinliklerinin bir sonu olmadığı gibi, Hâviye'nin de derinliğinin sonu yoktur.[7]
[1] Meâric: 70/15-16. [2] 22/4; 31/21; 34/12 vs.
[3] Karia: 101/9.[4] Hümeze: 104/4-7.
[5] M. Sait Şimşek, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/281.
Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.
[6] Hak Dini, K. Dili, Eser Y. c 5, s. 3066.
[7] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.

Cehennemdeki ateş;herkes ateşini kendi götürür.....
TEVBE YA RAB,ŞEFAAT YA RESULALLAH,HİMMET EFENDİM...

7 Nisan 2011 Perşembe

bahar..

bir sevda pınarı sonsuz
gül olur sümbül olur
gönül bahçesinde açar
'yoldaş olalım ikimiz'
rüzgar seslenir umut dolu
ürperir yağmur damlası
dost yüreğinde yeşerir coşku
bir bulut gülümser pembe
varlıkla yokluk arasında
gerçek mi?düş mü?
bütünleşir acıyla sevgi
yaprak olur,çiçek olur
BAHAR DALINA DÖNÜŞÜR İNSAN
'GEL DOSTA GİDELİM GÖNÜL'
(E.Tanaltay)

eski defterleri karıştırdım,hüzünler,kavuşmuşluklar birbirine
karıştı.ne hüzünler bitti,ne hasretler..
sadece şakil değiştirdiler,başka hasretler eklendi..
ömür böyle bir şey galiba......
ilk 97 yılında not almışım şiiri,yoğun acılar,hasretler zamanıydı.
şimdi o zaman hasretini çektiğime kavuştum,yoldaş olduk ikimiz,
beraber dostun yollarına düştük elhamdülillah.
ama şiiri yeniden okuyunca hasretlerim depreşti,özlemlerim
tazelendi.o zamanlar tek biri vardı kavuşmayı istediğim..
herşey değişecekti kavuşunca..kavuştuk.
............................
şimdi gönlüme sevgisi düşen tüm dostların hasretini çekiyorum.
yeni sevdalara yelken açtı gönül,daha yücelere..
sevgiyi öğrenince genişledi kalbim,tek bir kişilik değil gönlüm
kocaman kalabalıkları barındırabilir içinde.
çook sevdim ama çok,sevdikçe genişledi kalbim,şimdi herşeyi seviyorum.
heran yeniden sevmeyi öğreniyorum..
'seni seviyorum'cümlesini çok kullanmam sıradanlaşır diye
yazmışım eski defterlere,ne cahillik şimdi biliyorum ki
sevgi söyledikçe özelleşiyor,güzelleşiyor,çoğalıyor...
baharın güneşi kıpırdattı içimi,neşeliyim,sevgi doluyum..
seviyorum....çok seviyorum.....

4 Nisan 2011 Pazartesi

küçük prens

Herkes artık bir büyük olduğunda yeniden dönmeli çocukluk
ya da ilk gençlik yıllarına, hatırlamalı ,anmalı hangi sulardan geçtiğini
demişti nagehan tekrar okuyup paylaştığında küçük prensi...
o söyleyeli,çok oldu ama bana tekrardan okumak yeni kısmet oldu...
sevdiğim kitapları birkaç kez okumayı severim,her seferin de
farklı tatlar alırım,gözden kaçanları yakalarım.
nerdeyse 20 yıl olmuş kitabı okuyalı(20 hiç bu kadar kocaman gözükmemişti)
şimdi yeniden okurken,sanki bağlantı kurdum geçmişle,balgattaki evimiz,kahverengi koltuklar,yanlız günler,annem işte babam yoğun,
kardeşim gıcık,3.kardeş henüz yolda.....
kitaplarımla yaşadığım dönemlerdi,içine girdiğim,kahramanlarıyla
satırlarda yaşadığım,çoğunu defalarca okumuşumdur..
küçük prens de onlardan biriydi,ilk okuduğumda sevmemiş sıkılmıştım,
sonra çok sevmiştim ama büyürken unutmuştum, çok oldu bir yerlerde yeniden
elime geçmişti anlamamıştım.şimdiyse yeniden çarpıldım kitaba hemde onun nezdinde tüm diğer okunası kitaplara.tabiri caizse kitap okumada
fetret dönemi yaşıyorum nazarlara geldim galiba;)bir sürü
yarım kitabım var,ama küçük prensle şeytanın bacağını kırdım inşaallah.
900 katlı insan da bayağı iyi gidiyor(tahtalara vuralım lütfen;)))
kitaplarla arama böyle mesafe gireceğini hiç düşünemezdim bir
daha olmaz inşaallah.
Her yaşta okuyabileceğimiz her okuyuşta farklı şeyler alabileceğimiz bir kitap diye tanıtılmış küçük prens…kitap ve yazar hakkında kısa bilgiye burdan ulaşabilirsiniz.
ben bu sefer ki okumamda,küçük prensi ruhuma,uçabilmek için
bir uçağa gereksinimi olan pilotu da nefsime benzettim..
tilki zaten içimde olan evcilleştirmem gereken hayvanlardan biri,
kral benliğim,ayyaş dünya sarhoşuyum,baobablar kalbimi sardı......
kısaca okumayan kalmasın....
Öyle ya, Küçük Prens'in gezegenin, her gezende olduğu gibi, faydalı otlar da, zararlı otlar da vardı. Elbette ki faydalı otun tohumu faydalı, zararlı oyun tohumu zararlı olur. Ama tohumlar görülmez, toprağın altında uyurlar mışıl mışıl, ta ki günü birinde birinin aklına eser, uyanır. O zaman da gerinir, güneşe doğru incecik, sevimli ve zararsız bir filiz sürer ürkekçe. Bir turp ya da bir gül filiziyse bu, varsın istediği kadar büyüsün. Ama zararlı bir bitkiyse, onu görür görmez koparmak gerekir. Küçük Prens'in gezegeninde korkunç tohumlar da varmış.. Baobabsa öyle bir bitki ki erken davranmazsan, bir daha baş edemezsin onunla. Gezegenini baştan başa sarar, köyleriyle delik deşik eder. Hele gezegen küçük, baobablar da çok olursa, çatlatır gezegeni.
Küçük Prens daha sonra: "Bu, bir kendini disipline etme işidir. İnsan her sabah elini yüzünü yıkadıktan sonra, gezegenine çekidüzen vermelidir. Baobablar filizlenirken gül fidanlarına çok benzerler. Onun için, birini öbüründen ayırt etmez, hiç vakit kaybetmeden baobabları söküp atmayı iş edinmeli. Oldukça sıkıcı bir iş bu, ama çok kolay."
............................................
Bu resme bakarken, belki sorarsınız kendi kendinize: "Neden bu kitapta hiçbir resim baobab resmi kadar gösterişli değil?" Nedeni basit:" Bütün resimlerimin böyle olmasını isterdim, ama elimden gelmedi. Oysa baobab konusunda üstün bir güç itti, esinledi beni."
........................................
- Hem sen inanmıyor musun ki çiçekler...
- Yok, yok, bir şeye inandığım yok. Aklıma geleni söyledim. Hem ben ciddi şeylerle uğraşıyorum.
Küçük Prens dona kaldı:
- Ciddi şeyler!
Elimde çekiç, parmaklarım makine yağıyla kapkara olmuş, hiç beğenmediği o uçakla uğraşıyordum. Bir an baktı, sonra:
- Sen de büyükler gibi konuşuyorsun, dedi.
Biraz utanmıştım. O ise acımadan sözünü tamamladı:
- Her şeyi birbirine karıştırıyorsun... Kafan darmadağın...

........................................

Sustu tilki ve uzun bir süre küçük prensi izledi.
“Senden rica ediyorum. Lütfen beni evcilleştir!” dedi.
“Elbette” dedi küçük prens. “Ama pek fazla vaktim yok. Yeni arkadaşlar edinmem ve birçok şeyi anlayabilmem gerekiyor.”
“Sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin” dedi tilki. “İnsanlarınsa hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yoktur. Her şeyi dükkandan hazır alırlar. Ve arkadaşlar dükkanlarda satılmadığı için de, hiç arkadaşları olmaz. Eğer bir arkadaşın olsun istiyorsan, evcilleştir beni!”
“Ne yapmam gerekiyor peki?” diye sordu küçük prens.
“Çok sabırlı olman gerekiyor. Önce çimenlerin üstüne, biraz uzağıma oturmalısın. Ben gözümün ucuyla seni izleyeceğim, sen hiçbir şey söylemeyeceksin. Sözcükler yanlış anlamalara neden olurlar. Ama her gün, biraz daha yakına gelebilirsin.”
Ertesi gün küçük prens yine geldi.
“Her gün aynı saatte gelmelisin” dedi tilki. “Örneğin öğleden sonra saat dörtte gelirsen, ben saat üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım. Zaman ilerledikçe de daha mutlu olurum. Saat dörtte endişelenmeye ve üzülmeye başlarım. Mutluluğun bedelini öğrenirim.
........
Böylelikle küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. Ve ayrılma vakti geldiğinde “Ah! Sanırım ağlayacağım” dedi tilki.
“Bu senin hatan” dedi küçük prens. “Ben sana zarar vermek istemedim. Seni evcilleştirmemi sen istedim.
“Doğru, haklısın” dedi tilki.
“Ama ağlayacağını söyledin!”
“Evet, öyle.”
“O halde bunun sana hiçbir yararı olmadı.”
“Hayır, oldu. Buğday tarlalarının rengini gördükçe seni hatırlayacağım. Şimdi git ve güllere bir kez daha bak. O zaman kendi gülünün evrende eşsiz ve tek olduğunu anlayacaksın. Sonra bana veda etmek için buraya geri döndüğünde, sana hediye olarak bir sır vereceğim.”
Küçük prens güllere bir kez daha bakmaya gitti.
“Hiçbiriniz benim gülüm gibi değilsiniz. Çünkü henüz hiçbiriniz evcilleşmediniz. Ve siz de hiç kimseyi evcilleştirmediniz” dedi onlara. “Siz tıpkı tilkinin benimle karşılaşmadan önceki hali gibisiniz. Dünyadaki binlerce tilkiden yalnızca biriydi o. Ama ben onunla dost oldum ve şimdi artık o özel bir tilki.”
Elveda” dedi.
“Elveda” dedi tilki de. “Ve işte sırrım: Bu çok basit. İnsan gerçekleri sadece kalbiyle görebilir. En temel şeyi gözler göremez.”
“Temel olan şeyi gözler göremez” diye tekrarladı küçük prens. Öğrendiğinden emin olmak istiyordu.
“Senin gülünün diğerlerinden daha önemli olmasını sağlayan şey, ona ayırdığın vakittir” dedi küçük prens.
“İnsanlar bu en önemli gerçeği unuttular. Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğin şeye karşı her zaman sorumlusun. Gülüne karşı sorumlusun.
“Gülüme karşı sorumluyum” diye tekrarladı küçük prens, öğrendiğinden emin olmak için. Sonra yoluna devam etti.
.................................
Çöl çok güzel” dedi küçük prens, “çünkü bir yerlerinde bir kuyu gizliyor.”
Bense çölün o gizemli ışıltısının farkına varmış, şaşırmıştım. Küçük bir çocukken çok eski bir evde otururduk. Burada bir hazinenin gizli olduğunu anlatmışlardı belki de. Ama bu hikaye evimizi büyülü bir ev yapmıştı.
Benim evim, ruhunun derinliklerinde bir sır saklıyordu...
..........................................
“Senin yaşadığın yerdeki insanlar,” dedi küçük prens, “bir bahçenin içinde binlerce gül yetiştiriyorlar ve yine de aradıklarını bulamıyorlar.”
“Doğru, bulamıyorlar” dedim.
“Ve aslında aradıkları şeyi tek bir gülde, ya da bir avuç suda bulabilirlerdi.”
“Evet, haklısın” dedim.
“Ama gözler göremez. İnsanın kalbiyle bakması gerekir.”
............
“Bu gece... biliyorsun... gelme...”
“Seni bırakmayacağım.”
“Dışarıdan acı çekiyormuşum gibi görünecek. Ölüyormuş gibi görüneceğim. Bunu görmeye gelme. Hiçbir işe yaramaz bu...”
..
Ah! Buradasın...” dedi. Ama sesi hala telaşlıydı.
“Gelmemeliydin. Üzüleceksin. Öldüğümü sanacaksın, ama gerçekte ölmüş olmayacağım.”
Sustum.
“Anlaman gerekiyor. Orası çok uzak. Bedenimi oraya götüremem. Bunun için fazla ağır.”
Hiçbir şey demedim...
“Boşalmış bir deniz kabuğu gibi kalacağım...Bunda üzülecek bir şey yok...”
Cevap vermedim...

2 Nisan 2011 Cumartesi

müjde...

sabaha sancıyla uyandım,hiç bu kadar şiddetli olmayan sancıyla...
sonra büyük doğum haberini aldım...
gözyaşı,umut,mutluluk,rahatlama..
sevince hissediyorsun...
ya EFENDİMİZ(SAV)'i bu kadar sevsek,neler hisseder,
hangi kapıları açarız acaba...
uzun süredir sancılı bir dönem geçiriyorum yada dostlarımla
beraber kendi kişisel hayatlarımızda sancılı sürecler geçiriyoruz..
bu doğum hepimizi sancılarından kurtarır inşaallah.....
hoşgeldin bebek,annene,babana,ablalarına ve aramıza...